S.Ü. Sakıp Sabancı Müzesi, 20. yüzyıl dünya sanatını şekillendiren Rus Avangardı akımının Türkiye’deki en kapsamlı sergisine Sabancı Holding’in katkılarıyla ev sahipliği yapıyor. S.Ü. Sakıp Sabancı Müzesi’nde 18 Ekim 2018’de kapılarını açan ve 7 Nisan 2019’a kadar devam edecek olan “Rus Avangardı. Sanat ve Tasarımla Geleceği Düşlemek” sergisi, Sabancı Holding’in katkılarıyla Rus avangard sanatını kapsamlı bir seçkiyle ziyarete açıyor.

Sakıp Sabancı Müzesi Müdürü Dr. Nazan Ölçer ile Selanik Devlet Çağdaş Sanat Müzesi – Costakis Koleksiyonu Müdürü Dr. Maria Tsantsanoglou’nun eş küratörlüğünde gerçekleştirilen sergi, Costakis Koleksiyonu’nun yanı sıra Moskova’daki Tüm-Rusya Dekoratif Sanatlar Müzesi ve Multimedya Sanat Müzesi ile Avrupa’nın önde gelen özel koleksiyonlarından seçilen 513 eserle, Türkiye’de ilk defa bir arada sunulan Rus Avangardı’nın sanat tarihindeki zengin yerine ışık tutuyor.

Sabancı Üniversitesi’nin parçası olan Sakıp Sabancı Müzesi, 20. yüzyıl sanat tarihinin en heyecan verici dönemlerinden birine odaklanan bu sergisinde, Rus Avangardı’nın siyasi arka planının katmanlarını, kaynak teşkil edecek bir çerçevede sunarak akademik misyonunu yerine getirmeyi amaçlıyor. Sergide, dönem boyunca faaliyet gösteren ve sanatı hayatın her alanına yaymayı hedefleyen sanatçı ve okullar, resim, tasarım, edebiyat, film ve tiyatro alanlarındaki zengin üretkenlikleriyle temsil ediliyorlar.

“Rus Avangardı. Sanat ve Tasarımla Geleceği Düşlemek” sergisi, 20. yüzyılın ilk çeyreğinde yaşanan dramatik değişikliklerin ve radikal yeniliklerin zemin sağladığı entelektüel ve artistik gelişmelerin, sadece Rus sanatsal kültüründe değil, dünya sanat tarihindeki etkilerine de ayna tutan bir sergileme anlayışıyla kurgulandı. Sergi, 1900’lerin başından itibaren hayatı dönüştürecek bir güç olarak sanatı öne süren Rus avangard sanatçılarının bu dönemde gerçekleştirdiği çığır açıcı işlerinin yanı sıra 1917 Ekim Devrimi’nin sağladığı yenilikçi atmosferde, yeni rejimin de desteğiyle hayata geçirdikleri toplumsal tasarılarını ve heyecanla düşledikleri geleceğin geniş sınırlarını gözler önüne seriyor. 20. yüzyılın başında yaşanan teknolojik gelişme ve sanayileşmenin heyecanıyla yüzünü bilime dönen ve dünyanın da sınırlarını aşarak düşlerini uzaya taşıyan avangard sanatçıların ilerlemeye duydukları inanç, bu sergide yer alan eserlerinden canlılıkla yansıyor.

Dünyanın en önemli Rus Avangardı koleksiyonlarından ve arşivlerinden biri olan, Selanik Çağdaş Sanat Müzesi – George Costakis Koleksiyonu, “Rus Avangardı. Sanat ve Tasarımla Geleceği Düşlemek” sergisinin de temelini oluşturuyor. George Costakis’in büyük bir tutkuyla bir araya getirdiği ve Rus Avangardı eserlerinin gelecek nesillere aktarılmasını sağlayan Costakis Koleksiyonu’ndan sergiye dahil edilen sanatçılar arasında, sanat tarihinin ikonik eserlerinden Siyah Kare’nin yaratıcısı Kazimir Malevich, sanatla üretim arasındaki sınırları belirsizleştirerek sanatsal kuramda yeni bir dönemin öncüsü olan Vladimir Tatlin, fotoğraf, resim, heykel ve grafik sanatının cesur öncüsü Alexander Rodchenko dahil olmak üzere Rus Avangardı’nın birçok önemli ismi bulunuyor. Yine Costakis Koleksiyonu’ndan, dönemin kadın sanatçı yoğunluğunu temsil eden isimler arasında, metinle resim arasındaki etkileşimi temel alan Olga Rozanova, tasarladığı oyun dekorlarıyla tiyatro dilinin dönüşümüne katkıda bulunan Lyubov Popova ve yüzünü Rus halk sanatına dönerek Rus Avangardı’nda belirleyici bir rol üstlenen Natalia Goncharova da sergide eserleriyle yer alıyor. “Rus Avangardı. Sanat ve Tasarımla Geleceği Düşlemek”, 20. yüzyıl sanat tarihinin dönüm noktalarından biri olan bu dönemin tüm büyük isimlerinin eserlerini Türkiye’de ilk kez bir araya getiriyor.

Yeni sanatın ve toplumun nasıl bir yapıya sahip olması gerektiğine yönelik araştırmalarında Rus halk sanatına da bakan Rus Avangardı’nın bu yöneliminin yansıdığı uygulamalı sanat eserleri, Moskova’da bulunan Tüm-Rusya Dekoratif Sanatlar Müzesi’nden ödünç alınan, her alandan tasarım örneklerinin yer aldığı seçki, hem Rus Avangardı’nın hayatı yeniden düzenlemeye yönelik idealinin kapsamını hem de halk sanatıyla ilişkisinin tarihini gözler önüne seren bir niteliğe sahip.

Rus Avangardı’nın büyük ismi Alexander Rodchenko’nun fotoğraf arşivine de sahip olan Moskova Multimedya Sanat Müzesi’nin belgesel nitelikteki geniş fotoğraf seçkisi, hem Rus Avangardı’nın yeni teknolojiye uyumunu yansıtıyor hem de bu sanatçıların özel dünyasına pencere açıyor. Rus Avangardı’nın dönemin kültürel atmosferinde yol açtığı dönüştürücü etki, sergide eserlerin yanı sıra görkemli konstrüksiyonlarla ve yeniden canlandırmalarla yansıtılıyor. Vladimir Tatlin’in tasarladığı hava aracı Letatlin kontrüksiyonunun modeli, Rus Avangard sanatçılarının hayatı dönüştürme hayallerinin kapsamına işaret ediyor. Modern tiyatronun temellerinin atıldığı ve birçok sanat tarihçisinin Rus Avangardı’nın keşfedildiği yer olarak işaret ettiği Rus Avangardı tiyatro sahnesi de, yeniden üretimler yoluyla Sakıp Sabancı Müzesi’nde tüm ihtişamıyla hayat buluyor.

Ayrıca sergi süresince düzenlenecek film gösterimleri, müzik dinletileri, edebiyat etkinlikleri, çocuklar ve yetişkinlere yönelik atölye çalışmalarıyla, Rus Avangardı’nın farklı disiplinlerdeki üretimi derinlemesine ele alınacak. Rus Avangardı’nın uluslararası uzmanlarının metinlerinin yer alacağı katalog da sergiye eşlik edecek.

S.Ü. Sakıp Sabancı Müzesi, Alman modernizminin öncülerinden Heinz Mack’ın 60 senelik uzun ve üretken kariyerini, 100’den fazla eser ile galerilerinde ağırlıyor.

Tahincioğlu ana sponsorluğunda S.Ü. Sakıp Sabancı Müzesi’nde (SSM) 18 Şubat 2016 tarihinde ziyarete açılan “MACK. Sadece Işık ve Renk” adlı sergi, 20. yüzyıl ortası avangart sanat ağı ZERO kurucularından Alman sanatçı Heinz Mack’ın yapıtlarını bir araya getiriyor. Sergi, Mack’ın ZERO akımının belkemiğini oluşturan erken dönem eserlerinden yola çıkarak uzun ve üretken kariyeri boyunca ortaya çıkardığı resim, heykel ve kinetik sanat eserlerinden zengin bir seçki sunuyor.

Alman modernizminin öncü sanatçısı Heinz Mack için ışığı sonsuz bir yaşam kaynağı olarak kabul ederek sarsılmaz bir kararlılıkla izini sürmek hem kişisel bir tutum, hem de etkin bir sanatsal strateji niteliği taşır. Gençlik yılları II. Dünya Savaşı’nın geride bıraktığı soğuk yıkıntıların arasında, Almanya’da geçen Mack, sanatsal üretimini tarih boyunca her coğrafyada yeni bir günün ve keşfedilmemiş imkânların habercisi olan ışık etrafında şekillendirir. Mack, ışık ve yansıttığı tüm renkleri resim, heykel, enstalasyon ve rölyefleri de kapsayan geniş üretim yelpazesinde bir kaşif tutumuyla, yorulmadan takip eder. Doğu ve Batı, uygarlık ve doğa, aydınlık ve karanlık, sanatçının mutlak güzellik arayışında, şiirsel bir tutumla bütünleşir.

Heinz Mack, 1957’de kurucuları arasında yer aldığı uluslararası sanat ağı ZERO’nun yapıtaşlarını şekillendirdiği üzere, insani izlenim ve duyuları dönüştürmeyi, değiştirmeyi amaçlayan eserler vasıtasıyla geleceğe dair evrensel bir uyumun imkânlarını araştırır. Işığın kapsayıcı, tanımlayıcı ve dönüştürücü gücü, Mack’ın yıllarca keskin bir disiplin ve adanmışlıkla ürettiği sanat eserlerinin hayatiyetinde merkezi konumdadır.

Sanatçının 1967’de ZERO kapsamındaki çalışmalarını tamamlamasından sonra yoğun olarak devam ettirdiği bağımsız kişisel çalışmalarında bir felsefeci ve sanatçı olarak benimsediği araştırmacı tavır, içine doğduğu Batı’dan yola çıkarak geleneksel Doğu’nun bilgisini ve entelektüel prensiplerini anlama isteğinden de güç alır. Sanatçının ışığın kendisini en kuvvetli biçimde ifade ettiği bölgelere, Kuzey Kutbu’ndan Sahra Çölü’ne uzanan coğrafyayı ziyaret eden çalışmalarında ışık, felsefi bir yaklaşımla, çoğu zaman malzemenin ve eserin kendisi haline gelir.

Bugün Heinz Mack, dünyayı değiştirme amacıyla yola çıkan ZERO akımının devrimci yankılarından kıtaları kapsayan anıtsal çalışmalara, kinetik heykellerden gözün seçebildiği tüm renkleri kucaklayan tuvallere uzanan zengin sanatsal kariyerinin zirvesinde bulunuyor.

Küratörlüğünü S. Ü. Sakıp Sabancı Müzesi Müdürü Dr. Nazan Ölçer ile Royal Academy of Arts Londra eski Sergiler Direktörü ve sanat tarihçisi Sir Norman Rosenthal’in üstlendiği “MACK. Sadece Işık ve Renk”, sanatçının 85. yaşını ve kariyerinin 60. yılını Uzakdoğu, Avrupa ve Türkiye’de gerçekleşen bir dizi sergiyle taçlandırması açısından da önem taşıyor.

Heinz Mack’ın, Doğu ve Batı uygarlıklarının binlerce yıldır paha biçilmez mirasıyla donattığı İstanbul’daki ilk kişisel sergisine zengin bir eğitim programı ve atölyelerin yanında, kapsamlı bir sergi kataloğu da eşlik ediyor. “MACK. Sadece Işık ve Renk”, Tahincioğlu katkılarıyla 18 Şubat 2016 itibarıyle S.Ü. Sakıp Sabancı Müzesi galerilerinde sanatseverlerle buluşuyor.

Georg Baselitz: Son On Yıl ile Sabancı Üniversitesi Sakıp Sabancı Müzesi (SSM), çağdaş sanatın önde gelen isimlerinden Alman ressam, baskı sanatçısı ve heykeltıraş Georg Baselitz’in eserlerine Akbank’ın desteği ile ev sahipliği yapıyor. Sanatçının yakın geçmişte ürettiği yüze yakın anıtsal boyuttaki resim ve heykellerinden oluşan sergi, SSM’nin tüm galeri alanlarına ve bahçesine yayılıyor. Ana serginin yanı sıra sanatçının gravür çalışmalarından kapsamlı bir seçki eşzamanlı olarak Akbank Sanat’ta ziyaretçiyle buluşuyor.
1980’den bu yana uluslararası sanat dünyasında derin bir etkiye sahip olan Baselitz, 20. yüzyılın ikinci yarısında Alman sanatı için yeni bir kimlik şekillendirmiş; İkinci Dünya Savaşı’nın travma ve trajedisine tepki olarak, benzersiz ve kendine özgü bir sanatsal üslup geliştirmiştir. 1969’dan beri kompozisyonlarını baş aşağı resmeden sanatçı için bu yaklaşım, biçimi içerikten arındırmanın ve soyutlama ile figürasyon arasında bir yerde durmanın bir yolu olmuştur. Aynı zamanda, gelenekselleşmiş tuval üzerine resim tekniğinde yeni bir açılımda bulunmasını mümkün kılmıştır.
 
Georg Baselitz: Son On Yıl, sanatçının çalışmalarında yıllar içinde belirginleşen, kararlı motiflerden oluşuyor. Baselitz’in 1950’lerden bu yana çeşitli tekniklerde ele aldığı, Deutschbaselitz’te geçen çocukluğunu hatırlatan kartalları, mavi arka planlara işlenmiş bir seride geri dönüyor. Serinin 2024 tarihli son tablosu, ilk kez bu sergide ziyaretçi ile buluşuyor. Aynı şekilde, çocukluğundan beri resmettiği geyik motifi, kariyerinin başından beri eserlerine yön veren mitolojik ikonografinin bir parçası olarak yeniden ortaya çıkıyor. Golden Hands [Altın Eller] serisi, sanatçının bu uzuvların kültürel ve tarihsel sembolizmine duyduğu hayranlığı yansıtırken, eşi Elke’nin baş aşağı portreleri de yine 1970’lerden bu yana sıkça işlediği konulardan biri olarak sergide yer alıyor. Serginin öne çıkan Springtime [İlkbahar] serisi ise, Dada kolaj sanatçısı Hannah Höch’ten ilham alıyor. Bu dizide Baselitz, baş aşağı figürlerinin üzerine gerçek naylon çorapları kolajlayarak, neredeyse fetişist bir anlam ortaya koyuyor. Müzenin galerilerinde ve bahçesinde sergilenen anıtsal heykeller de resimlerin ikonografisi ve tarihsel temalarıyla bir bütünlük oluşturuyor.
Sergi Kataloğu
Sergiye eşlik eden Georg Baselitz: Son On Yıl kataloğunda Norman Rosenthal, Beral Madra, Eric Darragon ve John-Paul Stonard’ın sanatçı ve pratiği üzerine yazıları yer alıyor. Norman Rosenthal’ın “Georg Baselitz İstanbul’da” yazısı, benzersiz ve sürekli yenilenen bir sanatçı olarak Baselitz’in, 20. yüzyılın Alman kültürel tarihini, Maniyerist sanatı ve Alman Rönesansı’nı kapsayan ilham kaynaklarını, son on yıllık üretimi özelinde, geliştirdiği özgün yaklaşım ve teknikler bağlamında ortaya koyuyor. Beral Madra “Beden ve Varoluş” yazısında, sanatçının insan bedenini, deneyimlerini ve düşüncelerini içeren imgeleri kararlı bir tavırla ifade eden, dirençli sanat pratiğinin farklı evreleri ve çeşitli akımlarla bağları üzerine kapsamlı bir değerlendirme sunuyor. Sanatçının eserlerinde siyahın ve tarihin rolünü inceleyen “Baselitz Siyahı ya da Arka Plan Olarak Tarih” başlıklı yazısında John-Paul Stonard, Nazi dönemini tecrübe etmenin sanatçıda yarattığı biçimsel ve duygusal dönüşümleri vurgularken, siyah patinalar ve baş aşağı figürler gibi tercihleriyle şiddet, bellek ve estetik arasındaki ilişkiyi nasıl yorumladığına odaklanıyor. Eric Darragon ise Baselitz’in Springtime serisindeki tabloların, eski estetik değerlerin ve toplumsal beklentilerin ötesinde bir yorum ve eleştiri sunduğunu vurguladığı “Naylon Çorap Balesi” yazısının merkezine, sanatçının naylon çoraplar ile bacakların tarihsel ve kültürel anlamları üzerine kışkırtıcı sorgulamasını alıyor.
*Görselin künyesi
No. 219, 20 Nisan 2020, iPad resmi, © David Hockney

Zamanımızın en önemli ve yaratıcı sanatçılarından biri olarak kabul edilen David Hockney’nin eserleri, Baharın Gelişi, Normandiya, 2020 sergisi ile ilk defa Türkiye’ye geliyor.

Sakıp Sabancı Müzesi, Akbank işbirliğiyle 20. ve 21. yüzyılın en ilham verici sanatçılarından David Hockney’nin Baharın Gelişi, Normandiya, 2020 sergisine ev sahipliği yapacak. Daha önce Londra’daki Royal Academy’de ve Brüksel’deki Bozar’da sanatseverlerle buluşan serginin üçüncü durağı Sakıp Sabancı Müzesi olacak.
Kariyeri boyunca yeni teknolojileri ve sanat yapmanın farklı yöntemlerini araştıran Hockney, 2000’lerden itibaren iPhone ve iPad ile çizim yapıyor. Söz konusu teknolojik arayışının doruk noktası olan bu sergi, sanatçının baharın gelişini müjdeleyen iPad resimlerinin 116 tanesini içeriyor. Bunların tamamı 2020’de, Covid-19 salgınının ilk dönemi sırasında, Normandiya’daki evinde üretildi.
Bu “resimler”, Hockney’nin meyve ağaçları, çalılar, çiçek bahçeleri, gölet ve nehirler, tarlalar ve uzak tepelere uzanan bir manzarada çalıştığını, baharın senelik yolculuğunu çıplak ağaçlardan tomurcuk ve çiçeklere, bol yeşil yapraklara kadar yakaladığını gösteriyor. Sergi baharın başından sonuna bir hikayesi, adeta bir kutlaması niteliğinde ve doğal dünyanın mucizelerini, sürekli yenilenişini, yaşam döngüsünü bize hatırlatıyor.
Baharın Gelişi, Normandiya, 2020 sergisi, 11 Mayıs – 29 Temmuz tarihleri arasında Akbank’ın desteğiyle Sakıp Sabancı Müzesi’nde sanatseverlerle buluşacak.
Şu anda satışta olan Çok Girişli BiletlerBaharın Gelişi, Normandiya, 2020 ziyaretlerinde de geçerli olacak. #AkbankileHockney tek girişli öğrenci biletleri ilk 10.000 öğrenci için ücretsizdir. Biletlerinizi web sitesinden veya Müze bilet gişesinden temin edebilirsiniz.

S.Ü. Sakıp Sabancı Müzesi, Akbank’ın işbirliğinde, önde gelen uluslararası sanatçı Anish Kapoor’un Türkiye’deki ilk kapsamlı sergisine ev sahipliği yaptı. Akbank’ın 65. Yılı kapsamında sponsor olduğu sergide, Anish Kapoor’un eserleri 10 Eylül 2013 – 2 Şubat 2014 tarihleri arasında SSM’de ziyaret edilebildi.

Sir Norman Rosenthal’in küratörlüğünü yaptığı sergi, sanatçının mermer, kaymaktaşı gibi malzemelerle yapılan, çoğu daha önce sergilenmemiş taş eserlerine odaklanan ilk sergi olma özelliğini taşıyordu. Gök Ayna ve Sarı gibi heykel, mimari, mühendislik ve teknolojiyi bir araya getiren ikonik eserleri içeren sergi, Sakıp Sabancı Müzesi’nin galerileri ve bahçesinde görülebildi.

Sabancı Üniversitesi Sakıp Sabancı Müzesi, Akbank’ın desteğiyle Ai Weiwei’in Türkiye’deki ilk sergisine ev sahipliği yapıyor. 12 Eylül 2017 – 28 Ocak 2018 tarihleri arasında devam etmesi planlanan, ancak 15 Nisan 2018’e kadar uzatılan sergide sanatçının çalışmalarından geniş bir seçkiyle birlikte yeni işleri de sunuluyor. Ai Weiwei’in porselen çalışmalarına odaklanan serginin anlatısı, sanatçının hem hayat hikâyesinin, hem de onun el sanatları geleneğine ve sanat tarihine yaklaşımının izlerini taşıyor.
Ai Weiwei’in porselen yolculuğunun her aşaması sergide sanatçının ikonik çalışmalarıyla temsil ediliyor. Sanatçı, günümüz dünyasıyla ilgili mesajlarını geleneksel Çin el sanatları aracılığıyla bizlere aktarıyor; sanatı izleyiciye çağımızın paradokslarına dair bir bakış açısı sağlıyor.
Sergi, Ai Weiwei’in çalışmalarında tekrar tekrar görülen temaların kullanılmasıyla kurgulanmış bir yapı aracılığıyla onun sanatına kapsamlı bir bakış sunuyor. Sanatçının sahicilik, çağlar boyu değer sistemlerinin dönüşümü ve kültür tarihi kavramlarını irdeleyen çalışmaları, izleyenleri söz konusu kültürel, sanatsal ve tarihsel değerleri anlamaya çağırıyor.
Ai Weiwei, replika çalışmalarında sahicilik kavramını sorgulayarak, özgün obje ile kopyası arasındaki farkı çürütüyor. Bugüne ulaşmış antikaların kalıntıları ışığında, Ai Weiwei Çin ve Yunan çömlek bezemeleri ve Mısır duvar resimlerinin mantığını uyarlayarak tarih konusunda düşünüyor ve bize çağdaş dünyaya dair kapsamlı bir bakış açısı sunuyor.
Ai Weiwei’in SSM’de gerçekleşecek sergisi, aralarında sanatçının en eski porselen çalışmasının da bulunduğu, porselen alanında kapsamlı seçkisiyle 100’ü aşkın esere ev sahipliği yapacak ve izleyiciye bu özgün sanatçının çalışmalarını keşfedebileceği benzersiz bir ortam sunacak.

Meşher’in üçüncü sergisi Mâziyi Korumak: Sadberk Hanım Müzesi’nden Bir Seçki ile aynı adı taşıyan kitabı yayımlandı. Türkiye’nin ilk özel müzesi olan Sadberk Hanım Müzesi’nin kırk yıllık tarihinde gelişen ve zenginleşen kültürel birikiminin geniş kitleler ile buluşturulması amacıyla gerçekleştirilen sergiye eşlik eden yayın, Türkçe ve İngilizce olarak iki ayrı edisyon halinde hazırlandı.

Sadberk Hanım Müzesi’nin 19.000’i aşkın eserden oluşan kapsamlı koleksiyonunun Arkeoloji ve Türk-İslam Sanatı bölümlerinden derlenen 200’ü aşkın çarpıcı eserin kılavuzluğunda, MÖ 6. binyıldan 20. yüzyıla uzanan geniş bir zaman diliminin öyküsü kronolojik bir akışla anlatılıyor. “Binlerce Yıllık Anadolu Uygarlığının İzleri” başlıklı arkeoloji bölümünün metni G. Senem Özden Gerçeker’e, “Anadolu’da İslam Sanatının İzleri” başlıklı Türk-İslam sanatı bölümünün metni de serginin küratörü, müzenin müdürü ve sanat tarihçisi Hülya Bilgi’ye ait. Müze koleksiyonundan sergi için seçilen eserlerin fotoğraflarının yer aldığı “Katalog” başlıklı bölümde ise eserler aynı kronolojik sırayla ve açıklayıcı metinler eşliğinde sunuluyor. Mâziyi Korumak: Sadberk Hanım Müzesi’nden Bir Seçki uygarlıklar tarihi meraklıları için bir başvuru kaynağı niteliğinde.

KÜRATÖR

Selen Ansen

SANATÇILAR

Marina Abramović, Erol Akyavaş, Dieter Appelt, Koray Ariş, Eylül Aslan, Levent Aygül, Mehtap Baydu, Deniz Bilgin, Handan Börüteçene, Elina Brotherus, Betty Bui, Claude Cahun, Aslı Çavuşoğlu, Laurence Demaison, Lee Friedlander, Ryan Gander, Nan Goldin, Jessica Harrison, Camille Henrot, Charles Holland & Elly Ward, Talbot Hughes, John Isaacs, Fatoş İrwen, Gizem Karakaş, Nermin Kura, Marcantonio Raimondi Malerba, Bevis Martin & Charlie Youle, Radenko Milak, İz Öztat, İz & Ra, Evan Penny, Gerhard Richter, Necla Rüzgar, Stéphanie Saadé, Fabrice Samyn, Jenny Saville & Glen Luchford, Yusuf Sevinçli, Yaşam Şaşmazer, Ayça Telgeren, Defne Tesal, VOID.

Antik Yunan mitolojisinden Ekho ve Narkissos’un karşılıksız aşk mitinden hareketle kurgulanan Ben Kimse. Sen de mi Kimsesin? grup sergisinin küratörlüğünü Selen Ansen üstleniyor. Sergide bir araya gelen eserler, bu kadim anlatının sunduğu yansıma, yankılanma, başkalaşma temalarını günümüzün sanatsal ve toplumsal dinamiklerinin ışığında yorumluyor.

Ben Kimse. Sen de mi Kimsesin? yurt içi ve yurt dışından olmak üzere toplam 44 sanatçının 120’ye yakın eserine ev sahipliği yapıyor; ödünç alınan eserlerin yanı sıra, Vehbi Koç Vakfı desteğiyle bu sergi bağlamında çeşitli mecralarda üretilen yapıtlar da yer alıyor.

İsmini Emily Dickinson’ın “Ben Hiç Kimseyim! Sen Kimsin?”şiirinden esinlenerek alan sergi, ziyaretçileri sayısızca sen(ler), ben(ler), arzular, anlatılar, imgeler ve yaşanmışlıklar arasında ilişkilerin örüldüğü bir alana davet ediyor. Sergi, Ekho ve Narkissos’un hikâyesini betimlemekten ziyade, mitsel anlatının döngüsel ve tekerrüre dayalı yapısını benimsiyor. Ben Kimse. Sen de mi Kimsesin? hikâyenin geriye bıraktıklarını odağına alarak uzak, geçmiş ya da yabancı şeylerin bize kadar ulaşması ve hayatlarımıza eklenmesi için zaruri mesafeleri vurguluyor.

Görsel, işitsel ve dokunsal boyutların iç içe geçtiği bu alanı oluşturan eserler, ten ve ses, ses ve suret, ben ve öteki, insan ve gayri-insan, maddi ve maddi olmayan şeyler arasında çeşitli ilişkilenme biçimlerini deneyim imkânları sunuyor. Bir yandan çağdaş dünyanın yansıma ve yanılsama sorunsallarıyla bağlanırken, diğer yandan tarih boyunca beden, var oluş/yok oluş, kimlik, temsil ile özdeşleştirilen yüz, ayna, gölge, iz gibi öğelere sanatsal bir bakış sunuyor.

KÜRATÖRLER

Catherine Milner, Károly Aliotti

SANATÇILAR
Sam Bakewell, Bertozzi & Casoni, Vivian van Blerk, Christie Brown, Phoebe Cummings, Bouke de Vries, Malene Hartmann Rasmussen, Klara Kristalova, Elsa Sahal, Kim Simonsson, Carolein Smit, Jørgen Haugen Sørensen, Hugo Wilson

Seramik, insanlığın ortak hikâyelerinin aktarılmasında her dönem öne çıkan bir araç olmuştur. Bulunan en erken örnekleri, seramiğin gündelik işlevden sembolik olana tümüyle farklı anlamlar taşıyan kullanımları olduğunu ortaya koymuştur. Günümüzde kil ve seramiğin, söylemin geri planda tutulup ham duyguların dışa vurulduğu soyut çalışmalarda yaygın kullanılışı, bu malzeme ve tekniğin güncel sanatın nasıl yeniden merak uyandıran alanlarından biri haline geldiğini gösteriyor.

Kalıpları Aşınca: Mit, Efsane ve Masallarla Avrupa’dan Çağdaş Seramik, farklı kültürlere ait, kuşaktan kuşağa aktarılan mitlerin günümüzdeki yankılarının ilham verici bir güncel sanat dalgası oluşturmasına dikkat çekiyor. Sergi, çoğu kez çanak gibi gündelik eşyaların yapımında kullanılan kilin, yetenekli ve vizyoner sanatçıların ellerinde, insani duyguları ifade eden, yalın ancak bir o kadar da güçlü bir malzemeye dönüşme potansiyeline odaklanıyor. Sanatçılardan kimi, şekillendirdiği kili fırınlamaya ihtiyaç duymadan sergilerken, kimi ise buluntu seramik parçalarıyla eser üretiyor. Farklı tekniklerin kullanıldığı bu çalışmalarda, hipergerçekçilikten soyutlamaya uzanan yaklaşımları görmek mümkün.

Sergideki eserler kâbusların rüyalarla, güzelliğin dehşetle ve geçmişin günümüzle harmanlandığı bir evrenden doğuyor. Bu çalışmalar, Kuzey Avrupa’nın gür ve karanlık ormanlarından, Homeros’un deyimiyle “gül parmaklı şafağın” kapladığı gökkubbeye uzanıyor. Grimm Kardeşler ve Andersen masallarından, bulutları devşiren Zeus ile yılan saçlı Medusa’ya kadar çeşitlilik gösteren anlatılar, insan yaşamını ve doğasını kil ile yoğurarak sorguluyor. Hikâye anlatıcılarla dolu Kalıpları Aşınca’daki katmanlı, rengârenk yapıtların serginin kapsamının da dışına taşarak, 21. yüzyıla bir yorum getirmeyi amaçlayan evrensel bir sanat alanına işaret ettiği aşikâr.

Meşher, Britanyalı ressam ve tasarımcı John Craxton’ın (1922-2009) yaşamını ve eserlerini tanıtan Türkiye’deki ilk kişisel sergisini, 5 Nisan-23 Temmuz 2023 tarihleri arasında ziyaretçilerle buluşturuyor. Sanatçının biyografisinin yazarı ve arkadaşı Ian Collins’in küratörlüğünü üstlendiği John Craxton: Işığın Peşinde sergisi, Craxton’ın uzun kariyerine yayılan çeşitli eserlerinden bir seçki sunuyor. Sergide anıtsal bir duvar halısı, tablolar, çizimler, baskılar, kitap tasarımları ve kişisel eşyaları da dahil olmak üzere Craxton’ın geniş yelpazedeki 200’e yakın eseri yer alıyor. Savaş zamanının karanlığından aydınlığa ve tek renkten parlak renklere doğru ilerleyen keyif dolu ve yaratıcı bir yaşamı anlatan serginin vitrininde ise ziyaretçileri, sanatçının kullanmayı çok sevdiği klasik motosikletlerden bir örnek karşılıyor. John Craxton: Işığın Peşinde sergisinde, çeşitli koleksiyonlardan ödünç alınan eserlerin yanı sıra John Craxton Estate’ten sonra en fazla sayıda Craxton eserine sahip olan Ömer Koç Koleksiyonu’ndan 44 eser yer alıyor.

Ayrıca Amerikalı fotoğrafçı Robert McCabe ile Londra doğumlu ressam Nicholas Moore’un fotoğrafları sergiyi zenginleştiriyor.  McCabe’in fotoğrafları, John Craxton’ın resimleriyle büyük benzerlikler taşıyor; Ege’yi ilk defa 1954’te ziyaret eden fotoğrafçı da Ege manzarasına ve insanına odaklanıyor. Nicholas Moore’un fotoğrafları ise 1985’te Craxton’la İstanbul’a yaptıkları seyahatten sahneler sunuyor. İstanbul’u sıkça ziyaret eden ve çok seven Craxton’ın bu ilham verici sergisi, onun sanatını ve yaşamını en sevdiği topraklarda keşfe açıyor.

İlham Kaynakları

Craxton erken dönemlerinde Picasso ve Miró’dan etkilendi. Daima en sevdiği sanatçı olan El Greco’nun Alegori (Fábula) adlı eserini ilk defa 14 yaşında yakından inceledi. Craxton’ın Yunanistan ve Türkiye gezilerinden kaynaklanan Ege kültürü ve manzarasına duyduğu sevgi, yetişkinlik dönemindeki çalışmalarını şekillendirdi. Renklerle oluşturduğu güçlü kompozisyonlar, ince ve son derece kişisel bir sembolizmin yanı sıra güneşin altındaki duyusal bir yaşamı da yansıtıyor. Mitoloji ve arkeoloji, özellikle de Bizans mozaikleri, Türk halıları ve Osmanlı mimarisi Craxton’ın çalışmalarına etki etmiş önemli unsurlardı. Craxton yaklaşık elli yıl boyunca en iyi eserlerinin çoğunu, memleketi olarak benimsediği Girit’in Hanya şehrindeki Osmanlı mirası stüdyosunda yarattı. Ünlü dostları da olmasına rağmen denizciler, çoban aileler, taverna ve kafelerdeki arkadaşları gibi sıradan insanları resmetmeyi tercih etti.

Arkadyalı

John Craxton’ın yaratıcılıkta mutlak özgürlük ısrarı, onu ulusal ya da siyasi kimliklerin ötesine taşıdı. En geniş ve en derin anlamdaki bir hümanizmi kapsayan sanatı herkese seslendi. Yıllar içindeki İstanbul ziyaretlerinden Ayasofya mozaikleri ve yerel halkla sıcak karşılaşmaları resimlerinin ruhuna yansıdı. Troya’dan Efes’e kadar Türkiye’nin Ege kıyıları boyunca seyahat eden Craxton’ın tutkulu olduğu konular antik yerleşim yerlerinden geleneksel mutfağa kadar uzanıyordu. Arkadya, sanatçının bu Ege cennetini tanımlamak için alışkanlıkla kullandığı bir kelimeydi, kendisini gururla “Arkadyalı” olarak görüyordu. Craxton keyfin resmini yaptı, keyfi yaşadı.